Durmuş Sığırcı - Ektiğinizi Biçersiniz


Bahçenizde ilgilendiğiniz kedi ve köpekler, kendilerini sizlerin korumasına terk ettikleri için, daha uyumlu ancak daha korumasız oluyorlar.

 

Yiyecek verdiğinizde, ansızın bahçeye giren diğer kediler, onları korkutarak yiyecekleri kendileri yiyor, sizin kedileriniz bir kenara çekilerek yardım bekliyorlar...

 

Bahçenizde yetişen ağaçlarınız da çok narin, korumanıza muhtaç yapıda yetişiyorlar, sizden ilgi bekliyorlar. Eğilen dallarını düzeltirken dokunmanızı, sularken yapraklarını okşamanızı istiyorlar...

 

Canlı yaratıkların tamamı, ilgiye, bakıma, sevgiye muhtaç olduğunu her durumda hissettiriyorlar. İlgiden yoksun olarak yetişenler, kendi kendilerine özgür, bağımsız ve sorumsuz yaşayan canlılar özelliğini taşıyor. Bunlara da dilimizi hiç bükmeden yabani insanlar, yabani hayvanlar ve yabani ağaçlar, otlar diyoruz...

 

Öyleyse dünyaya egemen olduğunu söyleyen insanlara düşen bir görev var, neden yabanileşmeye göz yumuyoruz?

 

Biraz hoşgörülü yorum yaparsak, haydi bahçe ve tarlalarımız dışındaki ağaçları gönüllerine bırakalım, doğa gücü ile yaşasınlar... Dağda yaşayan hayvanlara da aynı anlayışla yaklaşalım... Ama bizimle iç içe yaşayan hayvan ve bitkilere sorumluluk duygusuyla yaklaşarak, onları yaşamımızın vazgeçilmezi gözü ile değerlendirelim...

Ya insanlarımıza ne diyelim? Aynı havayı soluduğumuz, evde, yolda, işte, okulda, otobüste, durakta, kısaca her yerde birlikte yaşadığımız insanlara nasıl davranacağımızı bilmezsek, onlar da bize aynı sorumsuzlukla karşılık vererek dünyayı yaşanamaz bir yer haline getiririz...

 

Ben, sen ayrımı, bizler, sizler farkı yaratarak ötekileştirdiğimiz insanlar, biz de ötekiyiz demek kolaycılığına kaçar, sevmediğiniz, farklı anlayış ve yaşam biçimi kazanmış insanlarla ötekileşmiş bir toplum oluruz...

 

Hor gördükleriniz de sizi horlar, ötekileştirdiğiniz, aşağıladığınız sizi ötekileştirir, ittiklerinizce itilir, tuttuklarınızla tutulur ve sevdiklerinize sevilirsiniz...

 

Kıssadan hisse, ne ekersek onu biçeriz...

 

Evren tüm cömertliğiyle kucak açmış ama büyük balık küçük balığı yutar olmuş, güçlüler zayıfları yönetir olmuş, inceldiği yerden kopsun anlayışı da egemen olunca, ülkeler arası yaşam da diz boyu sorunlarla baş başa kalmış...

 

Dünyaya herkes çıplak olarak gelir ama yaşamdaki eşitsizlik ve adaletsizlikler yaratılış özelliği ile devam etmez. Varsıllık ve yoksulluk, yaşamı farklı boyutlara sürükler. Anatomik ve fiziksel farklılıklar, eğitimdeki ayrıcalıklar, iyi yaşamı kötü yaşamdan ayırarak dengesizlikler oluşturur.

 

“Düşene bir tekme de sen vur”, “iyilik yaparsan kötülük bulursun”, “iyi ki bir gözü kör ikisi kör olsaydı başa çıkılmazdı” gibi yaklaşımlar günümüz gelişmişliğinin yüz karasıdır...

 

Tüm insanların mutluluğu, üretimin hakça paylaşımı, hak ve adaletin herkese eşit uygulanmasıyla gerçekleşir. Ama görüyoruz ki, teknolojik gelişmeler, insanlar arası uçurumun en önemli nedenidir. Çünkü bu gelişmeler yüksek gelir elde edenlerle onu bulamayanlar arasında yaşamsal farklılıklar yaratmıştır.

 

“Anıların Ezgisiyle Barışa Çağrı” Kitabından